Vercihan Ziflioğlu
İSTANBUL – İstanbul’daki Rum cemaati gibi, okulları da varlık mücadelesi veriyor. Geçmişte olduğu gibi öğrenciler sadece Rum değil ancak azınlık okulları prosedürü, örgün eğitim kurumlarından oldukça farklı.
Çocuklarını devlet okullarına göndermek istemediği için dava açan Türk anne babalar, geçmişte kökenlerinin Rum olduğunu iddia edenler, nüfusa Rum Ortodoks olarak kaydettirilen Arap Hıristiyanlar ve İstanbul’da yaşayan batılı aileler çocuklarını Rum azınlık okullarına gönderiyor. Tabii bir de ‘karma’ evliliklerden doğanlar var. Oysa, geçmişte azınlık okullarına sadece anne ve babası Rum Ortodoks olan öğrenciler kabul ediliyordu.
Birkaç yıl önce AK Parti hükümetinin ‘açılım politikaları’ sırasında sık sık gündeme gelen Heybeliada Ruhban Okulu hâlâ kapalı, akıbetiyse meçhul.
Rum cemaatinin mevcut durumuyla ilgili Andonis Parizyanos’la konuştuk. Parizyanos, kıdemli bir eğitimci. Aynı zamanda Rum Vakıfları’nı tek bir çatı altına toplayan Rum Vakıfları Derneği’nde (RUMVADER) uzun süre başkanlık yaptı. Cemaatin sorunlarıyla aktif bir şekilde ilgileniyor.
Rum cemaatinin İstanbul’daki geleceği konusunda ‘iyimser olmadığını’ belirten Parizyanos, Heybeliada Ruhban Okulu’nun hâlâ açılmaması konusunda eski cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in sözlerine dolaylı olarak atıfta bulunarak şunları söyledi: “Devlet isterse olur. Demek ki açılması istenmiyor.”
Çocuklarını Rum Okulları’na göndermek için dava açanlar konusundaysa Parizyanos şu yorumda bulundu: “Davayı kazanıp belge getirenlere yasal olarak ‘Çocuklarınızı okullarımıza kayıt ettiremezsiniz’ deme hakkımız yok…”
Örgün eğitim kurumlarıyla azınlık okullarının işleyişi arasında farklar var. Geçmişte Rum Azınlık Okulları’na öğrenci kabul şartları nelerdi?
Eskiden İstanbullu Rum aileler çocuklarını Rum okullarına gönderirlerdi. Basit bir dille anlatacak olursak, şunları söyleyebiliriz. Medeni Kanun, eskiden babayı ‘aile reisi’ sayardı. Dolayısıyla kayıt için babanın Rum olması gerekirdi. Medeni kanun değişince baba yada anne fark etmeksizin, Ortodoks mezhebine bağlı Rumlar çocuklarını okullarımıza kayıt ettirebiliyordu.
Bir zamanlar binlerce Rum çocuğun öğrenim gördüğü tarihi okul binalarınız artık neredeyse bomboş. Bu durumun nedenlerini açıklar mısınız? Halihazırda kaç okulunuz eğitim ve öğretime açık?
62 okulumuzdan geriye üç okulumuz kaldı. Şimdilik eğitime, Beyoğlu’nda bulunan Zapyon ve Zoğrafyon ile Büyükada’daki okulumuzda devam ediyoruz. Düşük öğrenci sayısı nedeniyle bu okulların tek bir çatı altında toplanması fikri sık sık gündeme geliyor.
6-7 Eylül olaylarına kadar İstanbul’da 120 bin Rum vardı. Bugünse resmi olarak nüfusumuz 2 bin kişi olarak kayıtlara geçiyor. Genel yargının aksine, toplumsal olarak ilk kırılma noktamız 1955 olaylarından ziyade 1964 yılındaki zorunlu göçtür. Kıbrıs meselesi öne sürülerek, Türkiye’de yaşayan Yunanistan pasaportlu Rumların sınır dışı edilmesine karar verildi. İnönü iktidardaydı ve Yunanistan’la hat safhada gerginlikler yaşanıyordu. Dolayısıyla Atatürk ve Venizelos arasında 1930 yılında imzalanan ‘İkamet Anlaşması’ yenilenmedi. Bir anda on binlerce kişi göç etmek zorunda kaldı. Doğal olarak okullarımız öğrencisiz kaldı.
‘ARAP HIRİSTİYANLAR’ SORUNU
Sonrasında okullarınızın akıbeti daha da karmaşıklaşıyor. Rum öğrencilerin yerini ağırlıklı olarak Antakyalı Arap Hıristiyanlar alıyor. Okullarınız fiilen ‘Rum Azınlık Okulu’ olarak adlandırılsa da aslında deyim yerindeyse hızla kabuk değiştiriyor. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Evet, bu konu oldukça önemli. Suriye’yle geçmişte yaşanan ‘Hatay sorunu’ nedeniyle Türkiye kendi topraklarında Arap nüfusu istemiyor. Bu yüzden bölgede yaşayan Araplar, Rum Ortodoks olarak nüfusa kaydedildi. Böylelikle okullarımızdan yararlanma hakkı onlara da verildi. İstanbul’daki okullarımıza geldiklerinde hiçbiri Rumca bilmiyordu. Gelenleri kabul edip etmeme konusunda itiraz etme hakkımız yoktu. Daha doğrusu, o yıllarda kimse bu duruma ‘hayır’ diyebilme cesaretini gösteremedi. Olaya iyimser açıdan bakacak olursak, en azından okullarımız boş kalmadı diyebiliriz.
‘KİMLİĞE GERİ DÖNÜŞLER BAŞLADI’
Antakyalı Arap Hıristiyanlar’ın okullarınıza kabul edilişi ilk kırılma noktasıydı. İçinde bulunduğumuz süreçte ise, okullarınızdaki profil tamamen değişti. Rum ve Ortodoks olmayan anne ve babalar dava açıp, çocuklarını okullarınıza gönderebiliyor. İtalyanlar başta olmak üzere, Batılı ülkelerden ailelerin de tercihi okullarınızdan yana. Mesela anne Türk, baba İtalyan… Tabii bir de karma evliliklerden dolayı okullarınıza gelen öğrenciler var. Bu konu hakkında neler söylemek istersiniz?
Haklısınız, çocuklarını okullarımıza gönderebilmek için dava açanlar olduğu doğru. Onlardan birkaçını şahsen tanıyorum. Aralarında Kapadokya’dan gelenler de var. Hatırlarsanız birkaç yıl önce e-devlet üzerinden soyağacı kayıtları açılmıştı. O kayıtlarda üç dört nesil önce, ‘atalarının’ Rum olduğunu görenler dava açtılar. Böylelikle kimliğe geri dönüşler başladı. Davayı kazanıp belge getirenlere yasal olarak ‘Çocuklarınızı okullarımıza kayıt ettiremezsiniz’ deme hakkımız yoktu. Mahkeme kararı getirenleri okullarımıza kayıt etmekle yükümlüyüz.
Türkiye ile Yunanistan arasında zaman zaman tansiyon yükselse de, halklar arasında ciddi bir yakınlaşma var. Hatta bu durum Rum ve Ermenilerin yaşadığı mahallelere ve mutfaklara ilgiyi arttırdı. Deyim yerindeyse, bir nostalji furyası var. Bu konuda neler söylemek istersiniz? Günümüzde İstanbul’da ‘nostaljisi yapılacak’ kaç bin Rum kaldı?
Resmi kayıtlar, nüfusumuzun 2 bin kişi olduğunu vurguluyor fakar bana kalırsa sayımız daha az. Evet, bir nostalji olduğu doğru. Açıkçası, İstanbul’daki geleceğimiz konusunda iyimser değilim. Gençler, Yunanistan’a göç ediyorlar.
Az sayıda da olsa okullarımızda eğitim alan anne ve babası Rum olan öğrencilerimiz var. Fakat evlerinde Rumca konuşulmuyor. Mesela, bizim kuşak okula başladığında Türkçe bilmezdi. Şimdi Rumca bilmeden okula geliyorlar.
Son yıllarda Rum ve Ermeni cemaatleri içerisinde sık sık mevcut okulları kapatmak yada birleştirmek konusunda fikir ayrılığı yaşanıyor. Bize bu konuda neler aktarmak istersiniz. Tarihi okulları kapatmak ve varolan öğrencileri bir çatı altında birleştirmek ne kadar doğru bir uygulama? Neler kazandırır, neler kaybettirir?
Rum Vakıfları’nı bir çatı altına toplayan RUMVADER’in başkanıydım. Görev yaptığım yıllarda sık sık eğitim veren üç okulumuzun tek çatı altında birleştirilmesi gündeme geldi. Bir eğitimci olarak ben bu fikre karşı çıktım, çıkmaya da devam ediyorum. Çünkü okullar birleşirse sorunlar daha da büyüyecek. Her şeyden önemlisi, aileler çocuklarını başka okullara gönderecek.
62 okulumuzdan geriye üç okulumuzun kaldığını söylemiştim. Toplamda 250 öğrencimiz var. Mesela bu yıl, Zapyon’daki anaokulumuz açılamadı. Çünkü, Türkiye uyruklu öğretmenimiz yoktu. Yunanistan’dan öğretmen gelmesini bekledik ancak kasım ayında geldi. Dolayısıyla geleceği hesap ederek kararlar almamız gerekiyor. Bir de şu var, Zapyon gibi Taksim’in simge yapılarından biri olan tarih okul binasında eğitime son verdiniz. Peki sonra bu yapıyı hangi amaçla kullanacaksınız?
Peki, o halde neden Beşiktaş Balıkçılar Çarşısı’nda bulunan tarihi bir okul binasını ünlü bir kahve zincirine kiraladınız?
Okulun öğrencisi kalmamıştı, kapalıydı. Bina oldukça yıpranmıştı ve elden geçirilmesi gerekiyordu bu yüzden kiralandı. Tabii ki oldukça üzücü bir durum ama başka bir çare yok. Masrafların bir şekilde karşılanması gerekiyor.
RUHBAN OKULU’NUN AKIBETİ MEÇHUL
Yıllardır çözüme kavuşmayan bir diğer sorunsa Heybeliada Ruhban Okulu. AK Parti hükümetinin ‘açılım politikaları’ sırasında gündemin en sıcak başlıklarından biriydi. Öyle ki, okulun açılması an meselesi gibiydi fakat sonuca ulaşılamadı. Bu doğrultuda neler söylemek istersiniz?
Okulumuz 1972 yılında kapandı. Son mezunu, liseden sınıf arkadaşım. Zaman içerisinde Ruhban Okulu’nun bir üniversiteye bağlanması istendi. Verdiği diploma uluslararası ölçekte kabul görse de, Türkiye tanımıyordu.
Ortodoksluk üzerine teolojik eğitim veren dünyadaki en önemli eğitim kurumundan bahsediyoruz. Okulumuz faaliyetteyken dünyanın dört bir yanından öğrenciler eğitim görüyordu. Habeşistan Kralı’nın oğlu bile eğitim almak için gelmişti. Böyle bir okulun varlığı Türkiye için bir prestijdi ancak bu fırsat değerlendirilmedi.
Okulumuz yüksek öğretim kurumu olarak kabul edilmedi. Mezunları yedek subay yapılmadı. Düşünün, böylesine önemli bir kurumu devlet hem yüksekokul olarak kabul etmiyor hem de Yükseköğrenim Kanunu değişince ya İlahiyat Fakültesi’ne ya da herhangi bir üniversiteye bağlanmamız isteniyor…
Süleyman Demirel’in bir sözünü çok severim. Derdi ki: “Devlet isterse olur”, demek ki açılması istenmiyor.
TAKSİM’DE ÇÖP YIĞINLARI ARASINDAKİ OKUL
Tüm bu konuların haricinde size son olarak şu soruyu sormak isterim. Zapyon Okulu’nun Taksim’in simge yapılarından biri olduğunu söylediniz. Okulunuz, Sıraselviler Caddesi’ne bakan köşesi yıllardır kötü kokular ve çöp yığınlarıyla dikkat çekiyor. Bu doğrultuda şikayetleriniz oldu mu?
Doğru, okulun köşesinde konteyner ve hemen yanında çöp yığınları var. Elbette kaldırılması için girişimlerimiz oldu. Konteynerler kaldırılınca çöpleri direkt okulun önüne atmaya başladılar… Mevcut durum elbette ki oldukça üzücü.